ALLAH İSMİ ETRAFINDA
Bir Görüş
Allah
ve Elahh kelimelerinin yazılışları
farklı (mı)dır?
ELAHH (EeLaaHh)
ALLAH (EaLlaaH)
ALLAH (EaLlaaH)
Bu nedenle; Elahh = Allah
anlayışı doğru kabul edilemez. Sadece birinin, diğerinin kökensel atası veya
arka planı olabileceği dikkate alınabilir, bu, kuvvetli bir ihtimal de olabilir
zayıf bir ihtimal de.
Allah
kelimesinin ortasındaki vurgu Arabî’de çok önemlidir ve kat’iyyen ihmâl
edilemez. Bir
kelimenin içinden bir elemanın çıkarılmasının veya ona bir başka unsurun eklenmesinin
herşeyi baştan aşağı değiştireceği gerçeği izahtan vareste. Mesela BaTaLun
= Kahraman
anlamında bir isimken (bizdeki Battal’ın
karşılığı); iptal etmek anlamındaki BaTTaLa
bir fiildir (Batl, Bat’l). Arabî yazımda her ne kadar aynı iseler de bir unsurun
eklenmesi veya çıkarılması ile anlam tamamen değişmiştir.
Alaha
kelimesi de Arabî’de bir fiil (yüklem) olup ilâhlaştırmak, ilâhlaştırmak
suretiyle tapmak anlamlarını haizdir; İngilizce deify, Fransızca déifier
ve Yunanca αποθεώνω (apotheôno) fiillerine karşılık gelir. Buna
mukabil Allaah kelimesi buradan – ilâhlaştırmak - köken almaz. Arab lisanında ilâhlık
kavramı için 'ilaah kelimesi mevcuttur ve şimdi bir soru sormamız yerindedir: Arablar neden yabancı
bir kelimeyi alma ihtiyacı duydular?
Fakat Quennel, Elahh kelimesindeki ekstra H
harfi üzerinde ısrarcıdır. O bu fazladan! H
sesini sorunlu bulmaktadır. Bunu bilimsel bir tez olarak tartışmaya açmak
anlamlı değildir ve üzerinde duramıyoruz zira Yahudî mukaddes kitabında
Arabî’dekine benzer sese sahip bir kelime Arabî’dekiyle aynı manadadır : ilah/elah.
Fazladan bir H göremiyoruz.
Görüş II
Stone, Elahh kelimesinin ilah kelimesiyle aynı anlama gelen bir
cins isim olduğu konusunda ısrarcıdır. Mamafih karşıt görüş sahipleri, Arabî’deki
bir zamirin nasıl olup ta Aramî ve İbranî lisanlarındaki bir isme tekabül
ettiğini anlatamamaktadır. Maddî temel tartışması gerektiriyor.
Genel yaklaşım olarak ise; Arabî’deki "ilah/elah" sesinin Aramî lisanındaki Elahh
kelimesiyle bir ve aynı olduğu konusunda bir şüphe olamayacağını kabul etmek
durumundayız. İbranî mukaddes kitabında da bu kelime Pagan tanrısı ilah
olarak kullanılır ve Yahudî monotheizmi de bu kelimeyi olduğu gibi muhafaza
etmekte bir beis görmemiştir: Elah.
İlah
kelimesi Aramî kökenli Elahh’a tekabül eder, peki bu Elahh’ın Allah
kelimesi ile bağını nasıl kurabiliriz? Nüans gibi duran ama esasî olduğu
konusunda şüphe duyamayacağımız bir değerlendirme olarak söyleyelim ki, Allah
kelimesi ister pagan kullanımı isterse de monotheist kullanımı itibarıyla – örneğin
İngilizce’deki God/god veya Fransızca’daki Dieu/dieu
değildir. Eğer öyle olsaydı Arabî lisanında bir cins isim olacaktı - common
noun. O nedenle ve devamla, Aramî ve İbranî lisanlarında bir isim (nom, name,
nav) olan Allah kelimesinin Arabî’de zamirden isimleştirilmeye
teşebbüs edilmesi en hafîf ifadeyle cehalet oluyor, olmadı sahtekârlık.
Doğru kıyas Arabî’deki "ilah/elah" ile Aramî’deki "elahh"
telaffuz ve anlam benzerliği, yakınlığı veya aynılığı bağlamında olandır.
"Elahh" ile Allah’ın telaffuzları aynı değildir.
Ancak anlamları ya çok yakın ya da aynıdır à ilah. Yukarıda Allah kelimesi ile god
veya dieu’nün aynı anlamda olmadığını
ifade ettik bu doğrudur fakat bu daha ziyade bir felsefe ve dîn tartışmasının
mevzuudur yani Kenan veya İsrael’in polytheist tanrısı ile İslâm’in –monotheos
– ilâhı olan Allah, ona yüklenen anlamlar itibarıyla aynı
değildir. Biz dînî veya felsefî izahat içinde değiliz. Kavramın tarihselliğini
takip ediyoruz ve burada bir ayniyet ve evrim görüyoruz. Demek ki telaffuz aynı
değil ama çok yakın, anlam dahi – dînî ve felsefî muhtevası itibarıyla – aynı
değil ama meram aynı veya çok yakın.
Tartışmamızın – en azından başlangıçta
şu alt tartışmayı içermediğini tekrar vurgulamamız gerekiyor, sonra
geleceğiz : ALLAH DOESN'T MEAN A COMMON WORD FOR GOD – ALLAH TANRI’NIN EŞANLAMLISI
OLARAK KULLANILAN BIR CİNS İSİM DEĞİLDİR. Qur’ân da ALLAH’ı bir
cins isim olarak anlatmamaktadır.
Şimdi bir başka saptama yapalım: Hristiyan mukaddes
kitabı olan İncil’in (Evangile) Arabî tercemesinde Ahad, Kadir-i Mutlak ve Halik (Yaratıcı) olan Allah’ı olduğu
gibi yani değiştirmeden yani Allah olarak kullanmakta ve fakat mesela God, Jesus veya Yahweh
(Jehovah) biçiminde söylememektedir. Daha net anlaşılması açısından ;
diğer iki monotheist dînde bir ‘God/Dieu’ yani genel anlamı itibarıyla bir
tanrı ‘ilah/elah, el, il’ (cins isim – common name) bir de Jesus
veya Yahweh (Jehovah) gibi hususî isimler vardır (özel isim – proper
name). Oysa İslâm’da bu ayrımı görmüyoruz. Yani; İslâm’da Allah’a
atfedilen ayrı bir isim yoktur, O, hem genel anlamda ilah (god/dieu) olarak
cins isim, hem de Jesus, Yahweh gibi özel isimler karşılığıdır.
Mesela:
Exodus
3:14-15; Jeremiah 33:2; Mic.4:5
And God (Elohiym – burada cins
isimdir) said to Moses, "Hayah-Hayah (I Am/Who Is)”; and He said,
"Thus you shall say to the sons of Israel, 'YHWH (burada özel isim)
has sent me to you' … 'YHWH, the God of
your fathers, the God (El)
Abraham, Isaac and Jacob, has sent me to you.' This is My name
forever, and this is My memorial name to all generation…” Thus says
Yahweh who made the earth, Yahweh who formed it to establish it, “Yahweh is His name.”
…All the nations may walk in the name of their gods (elohiym); we will walk in
the name of YHWH forever and ever.
Şimdi; Yahweh, the god of
your fathers; the God (El), Abraham, Isaac and Jacob… Yahweh, atalarınızın/ceddinizin yani El’in
(ilah), İbrahim, İshak ve Yakub’un İLAH’ı olan Yahweh… İşte burası yani YAHWEH, ilah olan EL’in de – God
– ilahıdır yani ilahları
yaratan ilah.
[Exo.3:14-15] fa'acaabahu ‘allaahu (‘elohiym/God):
"hayah aşir hayah" {wa ma’naahaa alkaa’inu ‘addaa’imu} wa
adaafa: "hakada taqoulu libani ‘isra'ela: alkaa’inu (hayah/I-Am)
howa alladi arsalani ilaykum." Wa qaala aydan limousaa: “haakadaa taqoulu
lil’isra’eila: alkaa’inu, ‘ilaahu (‘elohiym / the gods/God) ‘aabaa’ikum,
‘ilaahu (el / the god) ‘ibraahiyma wa ‘ishaqa wa ya’qouba qad ‘arsalani
‘ilaykum. Hada huwa alismu alladi ‘ud’aa bihi min jiylin ‘ilaa jiylin”.
Burada Alkaa'inu ifadesi,
Arabî’de Yahweh’nin eşanlamlısı olarak kullanılmıştır.
Ayrıca, hem Saint-Paul’ün hem Jesus-Christ’nin
(İyşâ Mesîh) ilah ya da elah kelimelerini bildikleri ve
kullandıkları hâlde Yahweh’ye karşılık olarak bu kelimeleri değil de Allah
kelimesini – bilinçli olarak – kullandıkları eserlerde yer alıyor: Paul and Jesus-Christ use the
name Allah for Yahweh…
Erken zamanların Kuzey Arabları arasında husûsen de
Safa bölgesinde genel ilah anlamındaki EL kelimesinin kullanıldığı bilinen bir gerçektir. İL
ve İLAH biçimleri daha sonra geldiler (evrildiler). Bunun anlamı şudur: EL kelimesi Arablar
tarafından ilah anlamıyla,
Hristiyanlar’dan da Yahudîler’den de evvel bu coğrafyada yaygın olarak
kullanılıyordu. Zaten İncil’de de buna vurgu vardır : where the
father of the Arabs, IshmaEL, was given a name with the name of God, EL, in it
(Hastings, James, Encyclopedia of Religion and Ethics, Vol 1, p. 664). Burada,
Arablar’ın babası İşma-el’in
(İsmail bin İbrahim), ilahın adı olan EL’i aldığını (ona verildiğını) görüyoruz.
İlahların
yaratıcısı sayılan Yah (El Yah, Yahu, Yahweh veya Yahh olarak da geçer) Yahudî baş-ilahı
olarak tapınılmadan ve kabul görmeden evvel bu bölgede pagan Arablar
tarafından aynı biçimde ve ALLAH (Ellah, ElYah) olarak kabul
ediliyor ve kendisinie tapılıyordu. Qabah (Kâbe) baş-ilahı olan ALLAH
bununla (Ellah, ElYah) aynıdır (Old Negev scripts -The Origin and Emergence of
West Semitic Alphabetic scripts. Part I, pg. 1).
Arab lisanı Hamitic-Semitic dil
ailesine mensuptur, Yapılan arkeolojik araştırmalarda bu dilin karakteristik
olarak Kenan lisanına çok yakın olduğu görülmüştür. Erken dönem Arabları’nın
hem yazıları hem de düşünce tarzları Kenanîler’inkine (Canaanites) çok
benzemektedir. Her ikisi de EL’e
(bazı Kenanî yerleşim birimlerinde İL)
inanıyorlar ve ona tapınıyorlardı. EL-YAH
veya kısaca YAH baş-ilahlarıydı.
Tarihî olarak Allah kelimesi ise – arkeolojik verilere nazaran – Sümer’den neş’et
etmiş ve zaman içinde EL’e
ekle(mle)nmiştir: EL-İLAH, EL-LAH à ALLAH
biçiminde bir evrimden söz ediyoruz ve pagan Arablar bunu meczettiler :
Kenan ilahı EL ve Sümer ilahı ELAH yanyana getirilerek ALLAH’a
evrildi. İslâm’dan çok daha önce pagan
Arablar aracılığıyla hiç bir değişikliğe uğramadan Müslüman Arablar’a – aynen – geçmiştir. Bu tezden yola
çıkıldığında İslâm devrimini gerçekleştiren irade pagan Arablar’ın – Mekke çok
ilâhlılığının baş-ilahı olan – ALLAH’ını kavramsal olarak olduğu
gibi almış ve devam ettirmiştir.
Winnett, 10 kadar İslâm öncesi (pre-Arabic)
yazmayı araştırdı [Scripts of the Arabian Desert]. Alfabeler arasındaki ilişkileri
çalıştı. Winnett’i esas alan J. R. Harris & D. W Hone’un araştırmaları şu
maddî neticeye vardı: Eski Negev yazıtları Post Proto-Canaanite (Erken
Kenanî Sonrası) karakterde olup bunlar pre-Arabic Thamudic (Arab Öncesi Semudî
/ Kuzey Arab Kabilelerine ait) yazıtlarla birinci derece akrabalık gösterirler
(Old Negev scripts -The Origin and Emergence of West Semitic Alphabetic
scripts. Part I, pg. 1).
Qur’ân, Thamud (Semud) kabilesini
anmaktadır:
To the Thamüd people (We sent) Sálih, one of their
own brethren: He said: "O my people! worship Allah. ye have no other god but Him. Now hath
come unto you a clear (Sign) from your Lord! This she-camel of Allah is a Sign unto you: So leave her
to graze in Allah's earth,
and let her come to no harm, or ye shall be seized with a grievous punishment.
"And remember how He made you inheritors after the Àd people and
gave you habitations in the land: ye build for yourselves palaces and castles
in (open) plains, and carve out homes in the mountains; so bring to remembrance
the benefits (ye have received) from Allah,
and refrain from evil and mischief on the earth". The leaders of the
arrogant party among his people said to those who were reckoned powerless -
those among them who believed: "Know ye indeed that Sálih is a messenger
from his Lord?" They said: "We do indeed believe in the revelation
which hath been sent through him." The Arrogant party said: "For our
part, we reject what ye believe in." Then they ham-strung the she-camel,
and insolently defied the order of their Lord, saying: "O Sálih! bring
about thy threats, if thou art a messenger (of Allah)!" So the earthquake took them unawares, and
they lay prostrate in their homes in the morning! So Sálih left them, saying:
"O my people! I did indeed convey to you the message for which I was sent
by my Lord: I gave you good counsel, but ye love not good counselors!" S.
7:73-79.
Aynı dönemlerde – kültürel bir etki
olarak – Allah’ın Babil’deki muadili (kavramsal) Hallah’tır.
Yukarıdaki ayet bize o dönemde – pagandır, şüphe duymuyoruz - Allah
kavramının baş-ilah olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır.
Yahweh
için:
Exodus
3:15-YHWH, the God of your fathers, the God (El) Abraham, Isaac and
Jacob, has sent me to you.' This is My name forever, and this is My memorial
name to all generation
Thus says Yahweh who made the earth,
Yahweh who formed it to establish it, “Yahweh is His name (Allah). Jer.
33:2
All the nations may walk in the name of
their gods (elohiym); we will walk in the name of YHWH fore ever and ever.
Micah 4:5.
İri bir yanlışı arada düzeltelim :
Yahweh
(Jehovah) kelimesi sanıldığı gibi İbranî kökenli değildir. Birincisi olan Yahweh
aslında YHWH sessizlerinin bir araya gelmesinden müteşekkîldir, ikincisi ise –Jehovah
- bu kelimenin (YHWH) Batı lisanlarına adapte edilmiş hâli. Bir onomatophedir,
yani tabiat sesi. İnsanın çıkardığı Yaa(h) veya Ya-H veya Yaa-H(û)
biçiminde bir ilk sesten gelişmiş ve YHWH’ye evrilmiştir. Yahudîler’le
birlikte Arablar, Kenanîler, Babiller vs iç içe bu evrimde rol oynamışlar ve
fakat Yahudîler bu kavramda daha ısrarcı olurken diğer topluluklarda EL ve bilahare de ALLAH
benimsenmiştir. Fark budur.
YHWH’nin sayısız transliterasyonları
vardır: Jahweh, Jahve, Iaove, Iabe (Yahbeh), Yah, Jahhu vs…
Universal
Jewish Encyclopedia şunu söylüyor : … ilâhî ismin ilk hecesi net
bir biçimde ‘Ya’dır ve mümkün
olan kesinsizlik ikinci hecededir.
(…the first syllable of the divine name was clearly
"Ya," and the only possible uncertainty would involve the second
syllable).
İkinci heceye dair logique bir izah
bulamıyoruz! Dönüp yukarıdaki onomathope’yi kabul etmek zorunlu ve mantıklıdır.
İnsan bedenen kolay evriliyor ve zihnen çok ağır. Bu ağır evriminin bir yerinde
Hû
veya Hwe
dedi. Nerede dediği çok mühim görünmüyor. Ya-Hû veya Ya-Hwe.
New Dictionary of the Bible:
"Strictly speaking, Yahweh is the
only 'name' of God. In Genesis wherever the word sem ('name') is
associated with the divine being that name is Yahweh. When Abraham or Isaac
built an altar 'he called on the name of Yahweh' (Gen.12:8, 13:4, 26:25).
"In particular, Yahweh was the God
of the Patriarchs, and we read of 'Yahweh the God of Abraham' and then of Isaac
and finally 'Yahweh, the God of Abraham, and the God of Isaac, and the God of
Jacob,' concerning which YHWH says, 'this is my name for ever' (Exo.3:15). Yahweh,
therefore, in contrast to Elohim, is a PROPER NOUN, the name of a
Person, though that Person is divine. As
such, it has its own ideological setting: it presents God as a Person,
and so brings Him into relationship with other, human, personalities. It
brings God near to man, and He speaks to the Patriarchs as one friend to
another" (p.478).
Demek ki;
1.
YHWH ataların/ecdadın yani İbrahim’in, İshaq’ın ve
Yakub’un ilahıymış ve YHWH, benim ismim her zaman yani ezelî ve ebedî
demektedir.
2.
YHWH, Elohim’in tersine özel isimdir. Bir ŞAHSIN
ismidir ve o şahıs ilahtır.
3.
Böylelikle ; kendi ideolojik nizamı itibarıyla
İnsan-ilahtır ve ilahı insanın yanına getirir.
Hz.
Mûsâ, ilaha, senin adın nedir? diye sorduğunda
cevap olarak Ben benim’dir nidasını işitir. İslâm (Arabî orijinal) için
bu cevap Allah’tır.
Alternatif görüş:
YHWH’nin Yahudî lisanı bakımından analizi
yapıldığında Hz. Mûsâ’nın aldığı
cevap : "HAYAH"tır (I
AM THAT I AM). Semitik lisanlarda kelimeler fiillerden türetilirler. İlahın
özel ismi olarak kabul edilen YHWH, İbranîce
HaYaH (olmak; to be, être) fiilinden türemiştir. O kadar
kutsal sayılmıştır ki bu isim-nida;
Gesenius
Hebrew-English Lexicon of this name,
"proper name of the supreme God
amongst the Hebrews. The later Hebrews, for some centuries before the time
of Christ, either misled by a false interpretation of certain laws (Ex.20:7;
Lev.24:11), or else following some old superstition, regarded this name as
so very holy, that it might not even be pronounced . . .
Telaffuz etmekten bile imtina ediliyor!
Korku çok büyüktür. Aynı bazı İslâmî çevrelerin Hz. Muhammed demek yerine
İslâm peygamberi, Resûlallah vs demeleri gibi.
Belki bu unutma ve/veya telaffuz etmeme
(nedeni araştırılmaya muhtaçtır. Saygı vs gibi nedenleri bilimsel saymıyoruz)
ile birlikte YAH, Yahudîler
hariç, o coğrafyada büyük ölçüde unutuldu ve Allah tek başına,
kuvvetli bir biçimde söylenerek (YHWH’nin aksine) oldukça yaygınlaştı ve
Hristiyan-Arab İncilleri’nde ve sokak kullanımlarında bile tercih edilir
oldu.
In
Islam and according to the Arabic bible and Arab Christians, God has one name
only and it is "ALLAH"…
The Muslim scholars have proven that
they followed a god who was nothing more than a pagan high god, which was later continued by prophet
Muhammad.
Bu cümleyi konuşmak gerekiyor zira
artık ALLAH’ın İslâm’dan, Hristiyanlık’tan ve Monotheist
Yahudîlik’ten evvel o coğrafyada bir baş-ilah / çok tanrılı toplulukların baş-ilahı
olduğunu biliyoruz ve İSİM İslâm peygamberi tarafından değiştirilmemiş ve olduğu
gibi alınıp devam edilmiştir. Dünya
çapında yankılar uyandıracak olan bir devrim, devirdiği veya evirdiği bir inanç
sisteminin en merkezî varlığının ismini olduğu gibi muhafaza etmiştir.
Bunun tartışılması bizim makalemizin – dil ağırlıklı – konusu olmamasına karşın
çok yüzeysel bir iki lafa edeceğiz, son bölümde.
Paganlarda kullanılan put-isim "al-lat"ın,
Qa’bah’ın – Qâbe – baş-ilahı olan ve sonsuz, sınırsız, ezelî ve ebedî Allah’ın
dişil formu olduğu çok defa belirtildi. Bir yanlışı değilse bile bir eksiği
düzeltmek için doğru ândayız: pagan Arablar Allah’ın bir ‘put’
olduğunu iddia etmediler ve reddettiler. Qur’ân’daki ‘tenkid’ ise Arab
paganların al-Lat, al-Menat ve al-Uzza gibi Qa’bah
idollerini Allah’ın kızları gibi göstermelerine dönüktür yoksa, Qur’ân, Allah’ın
Arab paganlar tarafından ‘put’ olarak anlaşıldığını ifade etmiyor zira bunu
ifade ettiği ânda neden İslâm peygamberinin bu ‘put’un ismini İslâm’a merkez
olarak benimsediğini açıklamak zorunda kalacaktı, gerek yoktur ve dînlerde ve
inançlarda devamlılık vardır. Devlette devamlılık vardır esprisi işte
buradan yani inançlardaki devamlılıktan gelir. Devlet te bir inanç kurumudur,
insanlar gider mabed (devlet) yerinde kalır.
Necm
Sûresi 19-20: Siz de gördünüz mü, Lat'ı ve Uzza'yı? Ve üçüncü (put) olan
Menat'ı. (Bunların herhangi bir güçleri var mı)?
Eleştiriler
kime? bu 3 puta dönüktür. Oysa, Arab paganları tarafından onların başında ve
bütün ilahların başında en merkezde duran Allah, İslâm’da da
yerindedir. DEVAMLILIK işte budur.
Yani, ALLAH WAS THE NAME OF THE
GOD OF ABRAHAM, ISAAC, AND JACOB. Allah’ı değişmez ve İslâm’ın
merkezi kılan da budur. Diğerleri mecburen tasfiye olacaktı. Bazen ve belli
devirlerde ilahlar birbirleriyle iktidar mücadelesine girerler, Yahudîler
tarafından İbrahim’in, Yakub’un ve İshaq’ın aynı zamanda da EL’in yaratıcısı olan YHWH, zaman içinde susmuş, adı
anılmamış ve Yahudî dar alanına sessizce çekilmek zorunda kalmıştır. Yaygın
olarak öne çıkan Allah olmuştur.
Finally,
Christian Arabs and other middle-east, African and Mesopotamian believers
accepted the concept of the transformation of God (EL) to Allâh FROM A PAGAN DEITY TO THE GOD OF ALL MONOTHEISTS.
Allah PASSED TO THE MUSLIMS FROM PAGANS, CHRISTIANS
AND JEWS.
Buradan, mevcut belirleyici kuvvet
İslâm’dır sonucunu çıkaranlar olduğu gibi, İslâm insanlığın evriminin ve
devamlılığının bir parçasıdır biçiminde bir sonuç çıkaranlar da var. Her şey
insanda biter gerisi teferruattır diye düşünenler de.
Hristiyan
kökenli kimi araştırmacılar ise, pagan Arab (İslâm öncesi) döneminde Allah’ın
Ay ilahı olduğunu, İslâm’la beraber ise hakikî ilahlık konumuna taşındığını
iddia ederler ki bu, sonucu, ismî anlamda ve kabul temelinde
değiştirmemektedir.
Vine's
Complete Exposition Dictionary by W.E. Vine, Merrill F.Unger, William White,
Jr., Thomas Nelson Publishers, Nashville, TN, 1996 isimli eserden bir pasaj:
Christians themself not aware that 'Allah'
is actually the God of every prophet, the proof is Old Testament itself. In
Aramaic God is 'Elah', in Hebrew is 'Eloah' whereas in Arabic is 'Allah', these 3 are actually
related to each other. The different in pronounciation is only on slang.
Bu
kitapta Ezra ve Daniel (Danyal) peygamberin tanrılarını "Elah"
olarak çağırdıkları belirtilmektedir.
Bazı
misaller:
[Gen.1:1
- English Bible] "In the beginning God created the Heaven and the Earth .
. . "
[Gen.1:1 - Arabic transliteration] "Fee al-badi' khalaqa Allahu as-Samaawaat wa al-Ard . . . "
[Gen.1:1 - Arabic transliteration] "Fee al-badi' khalaqa Allahu as-Samaawaat wa al-Ard . . . "
[Joh. 3:16 - English Bible] "For
God so loved the world, that He gave . . . "
[Joh.3:16 - Arabic transliteration] "Li-annhu haakadha ahabba Allahu al-'Aalama hataa badhala . . . "
[Joh.3:16 - Arabic transliteration] "Li-annhu haakadha ahabba Allahu al-'Aalama hataa badhala . . . "
[Luke 1:30 - English Bible] " . .
. Fear not, Mary: for thou hast found favor with God."
[Luk.1:30 - Arabic transliteration] " . . . Laa takhaafee, yaa Maryam, li-annaki qad wajadti ni'amat(an) 'inda Allahi."
[Luk.1:30 - Arabic transliteration] " . . . Laa takhaafee, yaa Maryam, li-annaki qad wajadti ni'amat(an) 'inda Allahi."
[Luk.3:38 - English Bible] " . . .
the son of Enos, the son of Seth, the son of Adam, the son of God."
[Luk.3:38 - Arabic transliteration] " . . . bini Anoosha, bini Sheeti, bini Aaadama, abni Allahi."
[Luk.3:38 - Arabic transliteration] " . . . bini Anoosha, bini Sheeti, bini Aaadama, abni Allahi."
[Mat.19:17 - English Bible] " . .
. there is none good but One, that is, God"
[Mat.19:17 - Arabic transliteration] " . . . laysa ahadun Saalihaan illa waahidun wa huwa Allahu"
[Mat.19:17 - Arabic transliteration] " . . . laysa ahadun Saalihaan illa waahidun wa huwa Allahu"
[Q.1:1 - English translation] "In
the Name of God, the All-Merciful, the Compassionate"
[Q.1:1 - Arabic transliteration] "Bismi Allahi ar-Rahmani, ar-Raheem"
[Q.1:1 - Arabic transliteration] "Bismi Allahi ar-Rahmani, ar-Raheem"
[1:1] In the name of Allah (allaahi)…
[Hos.13:4] ‘anaa huwa arrabu ‘ilaahuka
(‘elohiym/god) mundu ‘an kunta fi diyar misra, wa lasta ta’rifu ‘ilaahan
(‘elohiym/gods) ghayriy, wa laa munqida laka siwaaya.
[2:133] …We will worship your god
('ilaahuka); the god ('ilaaha) of your fathers Abraham, Ismail, and Isaac;
the one god ('ilaahan). [163] Your god ('ilaahukum) is one god
('ilaahun); there is no god ('ilaaha) but He…
"Verily,
I am Allah (Allahu). There is no god but I: So serve thou Me (only), and
establish regular prayer for My remembrance. 20:14
"O Moses! Verily, I am Allah
(Allahu), the Exalted in Might, the Wise! ... 27:9
ALLAH
İSMİ VE TANIMI ETRAFINDA
Allah, İslâm ve diğer Arabî konuşan Ortadoğu orijinli İbrahimî dînlerde tek ; zıddı, benzeri ve ortağı olmayan yaratıcının özel adıdır (genel değil, cins isim değil).
"Allah" adı İslâm’da, O'nun kemal, cemal ve celal sıfatlarının ifade ettiği anlamların tamamını kapsar. Allah ismini aynı anlamda Mizrahî Yahudî, Bahaî, doğuda yaşayan Orthodox ve Katholik Hristiyanlar da kullanırlar. Müslümanlar, Allah lâfzının ardından Celle Celaluhu (C.C.) veya Teâla (Yüce) gibi övücü sözler kullanırlar.
Etimoloji ve tarihî kullanım
Allah, İslâm ve diğer Arabî konuşan Ortadoğu orijinli İbrahimî dînlerde tek ; zıddı, benzeri ve ortağı olmayan yaratıcının özel adıdır (genel değil, cins isim değil).
"Allah" adı İslâm’da, O'nun kemal, cemal ve celal sıfatlarının ifade ettiği anlamların tamamını kapsar. Allah ismini aynı anlamda Mizrahî Yahudî, Bahaî, doğuda yaşayan Orthodox ve Katholik Hristiyanlar da kullanırlar. Müslümanlar, Allah lâfzının ardından Celle Celaluhu (C.C.) veya Teâla (Yüce) gibi övücü sözler kullanırlar.
Etimoloji ve tarihî kullanım
Allah sözcüğünün ilâh ya da el-laha kelimelerinin hecelerinin zaman içerisinde kaynaşması ile
türemiş olduğu düşünülmektedir. İlâh
sözcüğünün ise Fenike dilinde EL'e
"parazitik h harfi"nin eklenmesi ile meydana geldiği belirtilir; El-h.
Arabî ile akraba olan dillerde "ilâh" kelimesi benzer şekillerde
seslendirilir; İbranîce tanrı anlamına gelen "Eloah אלה", Keldanî "Laha", Aramî "Elāhā", ya da Süryanî "Alāhā" gibi.
Allah veya benzer kelimelerin kullanımına Arabistan’da M.Ö 5. Yy (günümüzden 2500-2600 sene evvel), Babil’de ise M.Ö 1700 (günümüzden 3700-3800 sene evvel) yıllarında rastlanmaktadır. Uruklar, Nebatîler ve İslâm öncesi Mekkeliler tarafından da kullanılan Allah ismi İslâm ile birlikte muhtevası itibarıyla bir dönüşüm yaşamış, arkadaş, eş ve kız çocuk gibi eklemelerden arındırılmıştır.
Dîn İşleri Yüksek Kurulu'nun Dînî Kavramlar sözlüğüne göre 'Allah' kelimesi; yaratıcının özel ismi olup, kemal (bilgi ve erdem bakımından olgunluk, yetkinlik, erginlik, eksiksizlik), cemal (yüz güzelliği, güzellik), ve celal (yücelik, ululuk, değer) sıfatlarının içerdiği bütün anlamları kapsamaktadır. ‘Allah’ kelimesi Türkçe tengri, Arapça ilâh, İngilizce god, Almanca gott, Farsça hüda, Kürdî xweda, Yunanca theos, Fransızca dieu, Latince deus veya başka diğer dillerde ‘Allah’ kelimesi yerine kullanılan bütün kelimelerden farklıdır. Çünkü o kelimeler özel isim olmayıp, cins isimdir ve ‘Allah’ kelimesi ile de aynı anlamı taşımazlar. Yaratıcının adı ikil ve çoğul yapılamaz, bu sebeple ‘Allah’ kelimesi sadece hak ma'bûdu, varlığı zorunlu olan yaratıcıyı ifade eder, başka bir varlığa da ‘Allah’ ismini vermek doğru olmaz. ‘Allah’ isminin ‘adaş’ mahiyette herhangi bir ifadesi de yoktur. Qur’ân'da bu konu çeşitli ayetlerle açıklanmıştır (Meryem Suresi: 19/65). Bunun yanı sıra . ”İlah, tanrı, rab” gibi isimleri “İlahlar (âlihe), tanrılar, rablar (erbab)” şeklinde çoğul yapmak mümkündür. Hak veya batıl (inançlar bakımından gerçek olmayan) ma'bûd’a (Kendisine tapılan varlık) ancak "tanrı, hüda, ilâh" denilebilir. "Allah" isminin farklı köklerden türediği görüşüne karşın, "el-ilâh" kelimesindeki hemze olan elifin düşürülmesiyle elde edildiği görüşünün tercih edildiği de ifade edilmektedir.
(Tafsilatlı etimolojik bilgi için Bölüm-I’e bkz).
İslâm'da Allah inancı
Allah İslâm'da eşi ve benzeri olmayan, övülmeye layık tek varlık ve kainatın yaratıcısıdır.
Tek ve benzersiz Allah inancı İslâm'ın temeli ve İslâm inanışının esasını oluşturur. "Allah" lafzı Qur'ân'da 2699 defa tekrarlanır. İhlâs suresi, İslâm’daki Allah inancını özetler:
"De ki, Allah ahad’dır. Allah samed’dir. Doğmamış ve doğurulmamıştır. Ve O'na hiç bir şey denk olmamıştır".
Qur’ân'da Allah inancı ve Allah'ın sıfatları geniş olarak işlenmiş, dîn uleması Allah'ın isimleri ve sıfatlarını tanımlamışlardır. İslâm toplumunda Allah inancının belirli değişimler geçirdiği, örneğin Qur’ân ve Hadis, Gök Katları, Arş'ta oturan ve belirli insanî sıfatlar Anthropomorfizm taşıyan bir Allah inancının Kelam ilmi tarafından sorgulandığı, bu kapsamda farklı görüş ve mezheblerin ortaya çıktığı görülür;
Sufî (Sofist) ekol: Sembolik ifadelerle Allah'ın anlatılmasını onaylar,
Mücessime, Febbihe, Müşebbihe,Vahhabî: Allah'ı teşbihlerle anlatır, Ona el-yüz atfeder ve Arş’ta oturduğunu kabul eder.
Mücessime, Febbihe, Müşebbihe,Vahhabî: Allah'ı teşbihlerle anlatır, Ona el-yüz atfeder ve Arş’ta oturduğunu kabul eder.
Maturidî-Eş’arî (Ehl-i sünnet); Sınırlı bir insan-tanrı benzerliğini kabul eder.
Mu’tezile-Cehmiyye; Tevhide aykırı bularak Allah'ın herhangi bir şekilde insana benzetilmesine karşı çıkar ve O’nu soyut yapar.
Kelam ilmi Allah'a mekân izafe edilmesi ve Anthropomorfizm (Allah’ın insana benzetilmesi), Febbihe, Müşebbihe olarak tanımlanır ve kesinlikle İslâm dışı kabul edilerek reddedilir. Tevrat’taki "Yakub ile güreşe tutuşan ilah" (Hoşea 12:3) ve Hristiyanlık üçlemesindeki "Baba Tanrı" (Dieu-Père) figürü şiddetle eleştirilir. Kelam ilmi Qur'ân ve kudsî Hadis gibi İslâmî kaynaklarda kullanılan Allah'a mekân (Gök, Arş – taht [Simge] Taha-5 ve Araf 54)) izafe etme ve “Allah’ın eli” ‘Allah’ın yüzü”, "insanın Rahman suretinde yaratılması" gibi ifadelerle Allah'ın işitmesi, görmesi gibi ifadeleri mecaz veya mahiyeti bilinemeyen ifadeler olarak tanımlar.
Allah'ın Qur’ân’da geçen Mütekebbir (Kibir sahibi), Sabur (Sabreden), Müntakim (intikam alan) gibi bazı isimleri ise Anthropomorfizm’in misalleri olarak düşünülmüştür.
Sufî görüşleri
Sufîler’e göre Allah her şeyde ayandır (görünen) ve aslında her şeydir (Vahdet-i vücûd). O'nun dışındaki varlık âlemi, varlığı ve yokluğu eşit olan bir hayaldir. Allah insanların şekline ve vücuduna girer (hulûl) ve kendisiyle konuşulur, arkadaşlık kurulur.
İtikadî mezheb zaviyesinden bu görüşlere benzer fikirlere inanmak büyük günahlardan sayılmakta ve neticede kişiyi tevhid (birlik) inancının dışına iterek, O'nun varlığının inkârına kadar sürüklemektedir.
Allah'ın varlığı ve birliği
Kelamcılar; Allah'ın varlığının ıspatı ve sıfatları Kelamcılar arasında uzun tartışmalara konu olmuştur. Kelam, Allah'ın mahiyetinin bilinemeyeceğini, ne olmadığının ise bilinebileceğini ifade ederler. Buna göre Allah'ın benzeri olmadığı gibi, zıddı da yoktur. İmanın şartları bu sebeple “iyilikler Allah'tan bilindiği gibi kötülükler de Allah'tandır” denilir. Kelamcılar, Allah'ın varlığını kanıtlama amacıyla bazı önermeler saymışlardır;
Hudus delîli; "Evrendeki her şey sonradan olduğuna göre bunların öncesinde ve bunların hepsine sebep (ilk sebep) olan bir varlık olmalıdır".
Nizâm delîli; "Evrendeki nizam bir nizam kurucunun varlığını kanıtlar".
İmkân delîli; Evrendeki her şeyin olması da mümkündür, olmaması da. Bu kuralın bir istisnası olmalıdır, yani yokluğu imkânsız olan, O Allah'tır".
İlm-i Evvel delîli; Evrendeki her şey ilim (ilk ya da ön bilgi) ile var olabilir. Bu bilgiye sahip bir varlık olmalıdır".
Kabûl-ü amme delîli; "Herkes (amme/kamu/halk) Allah’ın varlığını kabul eder, öyleyse vardır".
İbda delîli; Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. Misli gelmemiş bir eser meydana koyması.
İhtira delîli; Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek.
Burhan-i Innî delîli (Eserden müessire).
Burhan-i Limmî delîli (Müessirden esere).
Burhan-i Temanu delîli; kâinatta birden fazla yaratıcı olması halinde nizamın bozulacağı esasına dayanan bir delildir.
Burhan-i Telazum delîli; bir diğerine lüzum göstermek.
Zatî sıfatlardan olan vahdaniyyet, İslâm literatüründe, Hristiyanlık’la ilgili en bariz farklılığı oluşturması nedeniyle, önemli yer tutar. İhlâs suresinde formüle edilen şekliyle, Allah birdir (sayı olarak vahîd), ve benzersizdir (mahiyyet-i nefs-ül emriyesi itibariyle - Ehadiyyet).
Allah'ın isimleri
“Allah’ın isimleri”, Allah'ın 99 ismi, El Esmâ ül Hüsnâ / En Güzel İsimler, Qur’ân ve Hadis Allah’a izafe edilen fiil veya sıfatlardan türetilmiş veya doğrudan Allah'ı ifade amacıyla kullanılmış olan isimlerdir. Sayıları 99’la sınırlı olmamasına rağmen İslamî mistisizmde meşhur olan 99 tanesi bir araya getirilerek çeşitli ritüel ve dualarda kullanılır.
İslâm toplumunda Allah’ın isimleri bu 99 isimden ibaret değildir. Bunların dışında Rabb, Hüda, Yezdan, Çalab gibi isimler de Allah’ için kullanılırlar. İsimlerin bir kısmı Arapça dışından gelen Muarreb isimlerdir; Rabb, Rahman, Hüda (Hadî isminin kaynağı), Azîz (Azîz ve Muîz isminin kaynağı) vb.
Yezdan isminin etimolojisi;
Farsça sıklıkla kullanılan yazdân "ilah" kelimesinden alıntıdır. Orta Farsça
(Pehlevîce veya Partça) yazatân
"tanrılar âlemi - pantheon" fiilinden evrilmiştir. Bu sözcük Orta
Farsça (Pehlevîce veya Partça) yazît
"tanrı, ilâh" sözcüğünün çoğuludur. Orta Farsça sözcük Avesta (Zend)
dilinde aynı anlama gelen yazad-
sözcüğünden alıntıdır.
Azîz etimoloji;
Arapça ˁzz kökünden gelen ˁazīzz
"güçlü, yüce, soylu, egemen" sözcüğünden alıntıdır. (NOT: Arapça
sözcük Aramîce/Süryanîce ˁazîz "güçlü" sözcüğü ile
eş kökenlidir. Bu sözcük İbranîce ˁazz "güç, kuvvet" sözcüğü
ile eş kökenlidir). İzzetli. Sevgide üstün
tutulan anlamı sonradan gelişmiştir.
Rabb etimoloji;
Arapça rbb
kökünden gelen rabb "ulu kişi,
efendi, sahip, tanrı" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük
Aramîce/Süryanîce rab, rabbâ 1. büyük (sıfat), 2. ulu kişi,
efendi sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramîce/Süryanîce ‘rb "büyük olma, artma, büyüme" kökünden türetilmiştir.
Aramîce/Süryanîce kök Akkadî rabû
"büyük" sözcüğü ile eş kökenlidir. Ayrıca; eğiten, talim ettiren,
tahsil ettiren, emreden, talimat veren, idare eden, çekip çeviren, terbiye eden
anlamlarındadır.
İhlas suresinde geçen ve Allah’ı anlatmak için kullanılan Ahad, Samed kelimeleriyle diğer surelerde geçen Azîz, Rahman gibi isimler ise İslâm öncesi dönemde Ortadoğu ve komşuluklarında tapınılagelmekte olan kimi ilahlara verilmiş olan isimlerin aynısı veya yakın fonetiğe sahip olmaları dolayısıyla monotheizm açısından eleştirilen isimlerdir. Bunun tek tanrıcılığa giden yolda gerçekleştirilen değişimlerden birisi olduğu kabûl edilir.
Allah'ın sıfatları
İslâm teolojisinde Allah inancı, Allah'ın mahiyyet-i nefs-ül emriyesi şeklinde ifade edilen vücûdu veya varlığı, şuunat olarak ifade edilen fiilleri, isimleri, sıfatları ile zengin biçimde ele alınmıştır. İslâm’da Allah inanışı temelde benzer olsa da, diğer tek tanrılı (monotheist) dinlerle bazı farklılıklar gösterir.
İslâm inancına göre Allah'ın kendisi bilinmez, Allah'ı bilmek, sıfatlarını bilmekle olur. Mezheblere göre farklılık arzetmekle beraber, Allah'ın sıfatları uluhiyyetin ayrılmaz gereği olarak kabul edilen zatî ve subutî sıfatlardan oluşur;
Zatî sıfatlar
Allah'tan başkasında kemaliyle olmadığına yahut sadece Allah'ta kemaliyle mevcut olduğuna inanılan ve noksan izafe edilemeyecek sıfatlardır. Varlığının vâcib (şart) olması (vâcib-ül vücûd), ezelî oluşu (kıdem), bâkî oluşu (bekâ), tek ilâh oluşu (vahdaniyyet), varlıklarına benzememesi (Muhalefetun lil havadis), hiçbir şeye ihtiyacı olmaması, kendi nefsi ile kaim olmasi (Kıyam bi nefsihi).
Subutî sıfatlar
Allah'ın mahiyyet-i nefs-ül emriyesinde sabit ve daimî olan, ancak yaratıcıda var olan sıfatları anlaması amacıyla, insana ve diğer canlılara, şuur sahiplerinin idrakine Allah'ın sıfatlarının tecelli ederek gösterilmesi anlamında Allah tarafından verildiğine inanılan sıfatlardır. Hayat sahibi oluşu, ilim sahibi oluşu, işitmesi (sem’î), görmesi (bathir), irade etmesi, bir şeyi dilemesi (irade), gücünün yetmesi (kudret), söz söylemesi (kelam) olarak sıralanabilir.
Yaratma (tekvin) sıfatı da subutî sıfatlardan kabul edilmiştir, zira Allah'ın yaratması irade etmesi ile olur, yaratmamayı irade etmesi Uluhiyet’ine noksanlık getirmez.
Baal tapınağı Baal'ın oturduğu tahtın adı ve Palmira bir tanrının adı Arş (Arşu, Arsu) olarak geçer.
Allah’ın pre-Islamic (İslâm öncesi) kökeni
HİÇBİR KUŞKU YOK Kİ; Allah, İslâm öncesi dönemde Arablar’ın tapındıkları birçok polytheistic ilahtan biriydi ve de en önemlisiydi.
Allah, İslâm peygamberi hayatta değilken (doğmadan evvel) Qâ’bah’ta (Kâbe – Mekke) kendisine tapınılan ve büyük bir hürmet gösterilen ilahların başında geliyordu. İslâm peygamberi, İslâm’ın peygamberi olarak Allah’ı ilân ettiğinde Mekke halkı ve diğer Arab toplulukları kendi ilahlarını yüzyıllardır ayni isimle – Allah – tanıyorlardı - Muhammad merely proclaimed a god the Meccans were already familiar with. Pagan Arablar İslâm peygamberini, kendilerinin de taptığı Allah’ı İslâm’ın ilahı olarak ilân etmesinden asla rahatsızlık duymadılar.
"Allah" kelimesinin kökeni Aramîce elah’tır.
Allah dönemin ve bölgenin bütün topluluklarının baş-ilahıdır. Sonra, İslâm’ın da ilahı hâline gelmiştir. İslâm Allah kavramını özel isim olarak kullanır.
Allah’ın Qâ’be’deki Kara Taş (Hacer-ül Eswed) ile direkt bir bağı yoktur. Kara Taş ile ilişkisi belirgin olan ilah Hubal’dır. Hubal’e Qur’ân’da değinilmez. Allah ile Hubal arasındaki ilişki net olarak bilinememektedir. Makam İbrahim çok eski zamanlardan beri kutsal bir taş olarak algılanır. İsmi hep orada kalmıştır.
Qur’ân âyetleri Allah isminin Cahiliyye adı da verilen İslâm öncesi dönemde mevcut olduğunu ortaya koyar.
Birçok pagan topluluk ilahlarına Allah ismini vermişlerdi ve onlar Allah’ın, Cennetler’in ve Yer’in yaratıcısı olduğuna ve Allah’ın ilahlar hiyerarşisi içinde en yüksek yerde olduğuna inanıyorlardı. En güçlü topluluk olan Qureyş de Qâ’be’nin Efendisi ve baş-ilahları olarak Allah’a inanıyorlardı. Bu yönüyle Qur’ân’ın Allah konsepsiyonu tam olarak yeni sayılamaz, yenilikler (reformlar) getirmiştir ve fakat Allah’ı ex nihilo yoktan var etmemiştir (Faruq Şerif, (Reading, 1995), pgs. 21-22., Muslim).
Kimi yazarlar Qâ’be’nin güneşe, aya ve 5 gezegene tapınılan bir merkez olduğuna inandıklarını söyler. Qâ’be’nin etrafında dizili olan 360 kadar put da bu doğrultuda konumlanmışlardır (al-Masudî - Muruc, iv. 47). Bu nedenle Qâ’be’nin basit bir astral sembolizm merkezi olduğu fikri çok zayıf kalmaktadır. Lâdînî devir sinkretizmi - period syncretic veya sadece putperestlik devri demek de yine kifâyetsiz kalacaktır (1987, Islam, p. 587-591).
Allah ismi onun dişil formu olan Allat (Al-Lat da olabilir) ismi ile birlikte anılmıştır. İslâm’ın Allah ismini olduğu gibi koruyup yüceltirken Al-Lat ismini Qur’ân üzerinden dıştalaması ve hatta lânetlemesi ile Erkek-egemen ideoloji arasında ilişki kurmamak zor görünüyor zira pagan dönemde bu ikisi hep birlikte anılırdı. Allah kelimesi İslâm öncesi dönemde Aramîce’den alınmış kelimelerden sadece biridir (Arthur Jeffery, 1958, p 85).
Bütün Mekkeliler onun etrafında dönerler ve dileklerde bulunurlardı. Bütün ilahların içinde en kudretlisi, en etkilisi ve en güveniliriydi. İslâm peygamberi zamanında, Allah iyice merkezîleşti ve tekleşti (ahad). Diğer ilahları ama husûsen ilaheleri degrade etti, derecelerini düşürdü ve bilahare de yok etti, tek o kaldı. Ay ilahlığından Qâ’be efendiliğine ve oradan da ilahların en büyüğüne ve nihayet tek ilaha doğru yükseldi. Kader ilahesi ve (muhtemelen eskiden kızı sayılan) al-Manat, Yunan mitholojisinde Gaia’nın karşılığı olan al-Lat (dişil form ve ilahların anası), ve Yunan mitholojisindeki güzellik ilahesi Afrodit’in (Venüs) karşılığı olan al-Uzza giderek tasfiye oldular.
Genel iddia odur ki, İslâm peygamberi Allah kavramını ihdas etmemiş ve fakat onun konumunu yükseltmiş ve yüceltmiştir. İslâm savaşlarının Allah’ın ismi veya varlığıyla değil iktidar paylaşımı ile ilgisi vardır. Kaldı ki, paganlar İslâm peygamberini hiçbir zaman Allah’a inandığından dolayı eleştirmemişler bilakis bundan mutlu olmuşlardır, zaten tersi çok mantıksız olurdu. Yani aynı şeye inanan insanların, inandıkları şeyin ismi sanki farklıymış gibi savaşmaları anlamsız olurdu. Ayrıca İslâm peygamberi paganların ibadetlerine karışmamış hatta kendisi de Qâ’be’de tavafa katılmıştır. Peki devrim bu işin neresindedir? Devrim çok ilahın tek ilaha evrilmesidir. İslâm peygamberi bu nedenle Allah’ı merkeze koymuştur. Dîn böylece netleşmiştir. Eğer İslâm peygamberi Allah ismini tamamen değiştirmiş, yerine başka bir ilah koymuş veya aynı isim üzerinde bir oynamaya gitmiş olsaydı işleri çok karmaşık bir hâle getirmiş olacaktı. Bunu yapmanın ne kadar akıldışı olduğunun farkındaydı. Böylece devlet te, dîn de devam etmiş, inkıtaa uğramamıştır. Başarı buradadır. Burada credo tek bir cümlede özetlenmiştir: Lâ ilâhe illâ Allah – İlahlar yok, sadece Allah. Yeni sistemin motto’su bu olmuştur.
Bu Allah sistemi ve fikri sadece Arab yarımadasında değil Suriye’nin önemli bir bölümünde de hızla karşılık buldu. İlk adımda muhtemelen henotheism – Ενοθεϊσμός / Birleşik ilâhlık, öngörüldü – husûsen Allah/Allat - ancak geçiş çok hızlı oldu. Beklemeye gerek kalmadı. Hristiyanlar’ın ve Yahudîler’in yoğun yaşadığı alanlara hızla giriş yaptı.
İlginç olan şudur: bütün Mekke ilahları arasında bir put ile – idol – temsil olunmayan tek ilah Allah’tır. Allah ismine adanmış bir put yoktu. Bunun için monotheizmin tercihi olduğu ihtimali çok kuvvetlidir (F. E. Peters, p 3-41, 1994).
Tekraren belirtiyoruz: İslâm peygamberi Mekke’de vaaz verdiği esnada Qurayş, Allah’a tapıyordu. Hem ilâhlar hem de ilâheler onun yolundan gidiyorlardı ve mabedine bağlıydılar. Tavaf esnasında Qurayş’ın duası; Buradayım Ey Allah buradayım; senin kendine ait olan (senin seçtiğin) dışında Eş’in (şerik) yoktur, Sen ona ve ona aid olan herşeye sahipsin.
İslâm’ın duasında ise; Lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, innel hamde ve’ni’mete leke vel mülk, lâ şerîke lek, biçimindedir.
Yani: Hızmetine geldim.Ey Allah’ım! Hızmetine geldim .Senin ortağın yoktur, hızmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk senindir, ortağın yoktur.
Bu ikinci yakarma, polytheism’den monotheism’e geçişi ve evrimi (devrimi) anlatmaktadır.
Aynı dönemde sadece Ortadoğu’da değil Libya ve diğer Kuzey ve Batı Afrika coğrafyalarında da Allah’a tapınılıyordu. Bu büyük bir güce işaret eder. Kendisi de pagan olan İslâm peygamberinin babasının ismi `AbdAllah veya `Abdullah yani Allah’ın kulu’dur.
Allah
Mina’da al-'Ula, Sabeanlar arasında ve Lübnan coğrafyasında Allah
veya Hallah
olarak anılıyordu. İ.Ö. 5. Asırda Lihyan bölgesinde Allah
ismine adanmış bir tapınak olduğu tesbit edilmiş durumdadır. İslâm’dan 500 yıl
kadar evvel Safa’da Allah ismine tapılıyordu (Philip K. Hitti, 1937, p
96-101).
İslâm peygamberi Lâ ilâhe illâ Allah' dediğinde yeni bir ilah getirmiyordu, onun pagan olan vatandaşları bunu bildiler ve bu ilâhı kabul ettiler.
Husûsen 3 ilahe önce düşük periler (cinler) mertebesine indirildiler. Kader ilahesi al-Manat (Yunan mitholojisinde Tyche Soteira hazinenin bekçisi ve kurtarıcısı; özgürlüğün ve cömertliğin temsilcisi pozisyonuyla Zeus Eleutherios’un kızı) Bedewî toplulukarı - özellikle Hudhayl aşireti - arasında büyük ilgi ve saygı görüyordu. Allat— baş ilahe Taif’te ar-Rabbah, Yüce Hanımefendi olarak anılıyordu ve Yunan’ın Urania’sına ilahların büyük annesine tekabül ediyordu. Astarte (İştar – Venüs/Afrodit); al-'Uzza kuzeyde çok seviliyordu. Pagan Arablar Yaratıcı ilah olarak Allah'ı görüyorlardı. Aynı zamanda ilahlar ve ilaheler arasındaki dengeyi de o sağlıyordu; harmoni (Carl Brockelmann, p 8-10).
Al-Manat
ile ilgili bilgilerin bir bölümünü Hişam ibn al-Kalbî’nin kitāb
al-aşnâm (putlar kitabı) isimli eserinde buluyoruz. Mekke’de
bulunan ve İslâm öncesi dönemde Allah’ın 3 kızından biri olduğuna inanılan
ilahelerden en büyüğüdür. Nabatîler ona (al-Manat) Manawat veya Manawatu
ismi altında tapınıyorlardı ve onu Antik Yunan’ın talih ilahesi Nemesis ile özdeşleştiriyorlardı. Esas
mühim mesele ise, Julius Wellhausen’a göre, al-Manat’ın,
Hubal’in annesi olduğuna
inanılmasıydı. Esas bu nedenle tasfiyesi kaçınılmaz oluyordu.
Al-Manat’ın
heykeli Medine ile Mekke arasında, Qudayd’da, al-Musallah cıvarında deniz
kenarında bir yerde dikiliydi. Çocuklarının isimleri Abd-Manah ve Zeyd-Manah
olarak konuluyordu. Aws (Evs) ve Khazraj (Hazrec) kabileleri al-Manat’a tapıyorlardı, tasfiyeye
gittiler.
Hicret’in 8. Senesinde İslâm peygamberi Hz. Ali’yi, al-Manat’ın heykelini yıkmaya ve Ğassan
kralı al-Harith ibn-Abi-Şamir al-Ğassānî’nin hazinesine el koymaya gönderdi. Ganimetler arasında
iki kılıç da vardı, biri daha sonra ismi Dhu-al-Fiqar
(zülfikar) olan ve Hz. Ali’yle
bütünleşen kılıçtı.
İl veya İlah adıyla anılan faz (dönem) Ay-ilahlık devresine tekabül eder. Erken Arab döneminde İl ismi genel manada (herşeyin) ilahı olarak netleşmiştir; İbranîler de bunu El olarak kullanıyorlardı: Emanu-el, İsra-el, Azra-el, Rafa-el, Gabri-el, Mika-el, Azaz-el, Ari-el, Uzi-el. Kuzey Samîleri için Bap-Al güneşti. Bilahare pagan Arablar Allah kavramını Yüce Varlık olarak benimsediler ve bir daha değiştirmediler (Carleton S. Coon, Washington, D.C. Smithsonian, 1944, p.399).
Arablar'ın bir kolu olan ve Kızıldeniz sahillerinde
yaşayan Yuktanîler (Joktanites) çocuklarına Ay'ın çocuğu anlamına gelen Al-ilai adını sıklıkla veriyorlardı.
Ay-ilah'ın ismi Alilat (Allat) idi (translated by Samuel
Prideaux Tregelles, 1979, p. 367).
Erken İslâm döneminin Hristiyan yazarlarından Al-Kindî, İslâm'ın Allah'ının isminin Sabaî paganizminden geldiğini iddia eder. Onlar Ay-ilah'a (Allah) ve onun kızlarına yani al-Uzza, al-Lat (Allat) ve al-Manat'a tapıyorlardı (N. A. Newman, Hatfield, PA, IBRI, 1994, pp.357, 413, 426).
Erken İslâm döneminin Hristiyan yazarlarından Al-Kindî, İslâm'ın Allah'ının isminin Sabaî paganizminden geldiğini iddia eder. Onlar Ay-ilah'a (Allah) ve onun kızlarına yani al-Uzza, al-Lat (Allat) ve al-Manat'a tapıyorlardı (N. A. Newman, Hatfield, PA, IBRI, 1994, pp.357, 413, 426).
Allah İslâm'dan evvel baş-ilahtı. İslâm peygamberinin babasının ismi Allah'ın kulu anlamına gelen 'Abd Allah'tı ve belli ki Mekke’de merkezî bir ağırlığı/ehemmiyeti vardı. İslâm peygamberi de Qureyş aşiretini Allah'a taptıkları için önemsiyordu. Sürecin doğal bir sonucu olarak henotheism (Ενοθεϊσμός) - Birleşik ilahlık kurumu yerli yerine oturdu. İslâm peygamberi Mekke'de Allah'ı yüceltmeye başladığında - İlây-ı Allah, Qureyş bundan mutluydu (John L. Esposito, 1995, p 76-77).
İslâm’ın ilk dönemlerinde pagan âdetlerinin ve ibadet biçimlerinin olduğu gibi İslâm'a sirayet ettiği bir gerçektir. Hâlâ devam eden Hacc bu pagan geleneğinin ne kadar güçlü olduğunun işaretidir. Allah'ın dişi formu olarak algılanan Allat, Allah'ın Evi (Beytullah) anlamında kullanılıyordu. Beytullah kavramı bugün de çok canlıdır (M. J. Afşarî, p 6, 8-9).
"In pre-Islamic days, called the Days of Ignorance - cahiliyye, at Mekka, Allah was the chief of the gods and the special deity of the Qurayş, the prophet's tribe (Allah, İslâm öncesi dönemde – cahiliyye olarak da anılır – Mekke’de ilahların şefi – başı da denebilir; baş-ilah ve Peygamber’in kabilesi olan Qureyş’in hususî ilahıydı. Allah’ın 3 kızı vardı: Al Uzzah (Venüs); Al Manah, kader ilahesi ve Al Lat, ziraat ilahesi (Yunan mitholojisindeki karşılığı Deneter’dir). Hubal ve 300’den fazla ilah ve ilahe pantheonu oluşturuyorlardı. Mekke’deki merkezî türbe Qâ’be’ydi. Küp biçimli taş bir yapıdır. Çok eski zamanlardan beri oradadır. Qâ’be’nin köşelerinden birine kara taş – hacer’ül eswed eklidir, onun Qâ’beyle temas ettigi yer bugün hacc ibadetinin esas bölümü olup hacer’ül eswed muhtemelen bir meteorittir” (John Van Ess, 1943, p. 29).
Müslümanlar söylemleri itibarıyla pagan devrinin geleneklerini muhafaza etmekten nefret ederler ve İslâm öncesi döneme ait ne varsa üstünü örterler. Oysa ki, bu gelenekler İslâm’ın hayatta kalmasının en mühîm ve anakronik ögeleridir (Carleton S. Coon, Washington DC, Smithsonian, 1944, p 398).
Fakat
tarih gölgelerin ötesindeki şüpheleri yerli yerine oturtur.
Muhammed dîninin (Mohammedanism) öncesindeki Pagan Arablar baş-ilahlarının Allah
oldugunu biliyorlar, onu öylece çağırıyorlar ve onu birleştirici karakteriyle
öne çıkarıyorlardı. Pagan Arablar arasında bu terim – Allah – pantheonlarının
yani Qâ’be’nin baş-ilahını ifade ediyordu (Samuel M. Zwemer
1905, p 24-25).
Vaqqidî gibi
tarihçiler Allah’ın yılın günlerine işaret eden 360 kadar
ilahın başı olduğunu ve İslâm peygamberi zamanında da bunun böyle olduğunu
belirtmişlerdir. İbn Al-Kalbî İslâm öncesi ilahlardan 27’sinin
isimlerini verir. İslâm öncesi literatürde bu kanıtlanmıştır (G. J. O.
Moshay, What is this Allah, 1994, p 138).
Allah dînsiz
Arablar’ın da terimidir (İbn Warraq, 1995, p. 42).
Muhammed döneminde Arablar, kosmos anlayışları ve
sosyal yapıları itibarıyla polytheist’ti. Her aşiretin kendi
ilahı ve ilahesi vardı. Allah hepsinin en çok itimat ettiği merkez
ilahtı (Richard C. Martin, 2nd Ed., p 96).
İslâm öncesinde Arab dünyasının inandığı ruhanî
varlıklar cin olarak adlandırılıyordu
(bu kavram da olduğu gibi İslâm’a geçmiştir). İslâm’la beraber Allah
tek ilaha (ahad) dönüşmüştür. Aynı Yahudîler’in ve Hristiyanlar’ın tek Allah’ı gibi (Robert
C. Solomon, p. 130).
Allah başlangıçta
Ay-ilah olarak algılanıyordu; Ilmaqah. Allat, Allah’ın dişil yarısıydı (Marian Edwardes, Lewis Spence,
Allah, p. 7). (Allat, bu yönüyle Qabbalah’taki Sefer Sefirot’Un 10.
İlkesi sayılan ve ilahın dişil yarısı olan Şekinah’a denk
düşüyordu).
Allah, Arabistan
coğrafyasından Akdeniz’e kadar her yerde kendisine tapınılan
baş-ilahtı. Babil’de Hallah, Kenan’da Il, bilahare
İbranî’de El, Bedewîler arasında al-İlâh olarak. Bunların
hepsi İslâm’la birlikte tek ilah konsepti içine girdi ve tek ilah olarak Allah
kabul edildi, diğer ilahlar O’nda birleşti – Birleşik İlahlık ortaya
çıktı (Beliefs And Observances, Caesar E. Farah, p2-7, 26-35).
İslâm’a girmeden uzun bir zaman önce Allah ismi
kullanılıyordu (Toshihiko Izutsu, Chapter 4: Allah, p96-119, 1980) .
Allah ismi
Cahiliyye ve İslâm için ortaktır. İslâm’ın devam ettirdiği Allah ismi
Arablar’ın kulaklarına yabancı olmayan, onların zaten senelerdir,
asırlardır bildikleri bir kavramdı. Pagan Arablar ve İslâm’ın Allah anlayışı arasında
ortak bir zemin olduğu konusunda hemfikiriz. Peygamber’in Allah ismini
kullanmış olmasının sebebi hitap ettiği kitleye bildikleri bir
kavramı yeniden ve farklı bir biçimde
anlatmaktır. Peygamber Allah isminin yerine başka bir
kavramı tercih etseydi çok büyük sıkıntılarla yüz yüze gelmesi kaçınılmaz
olacaktı (Toshihiko Izutsu, Chapter 4: Allah, p96-119, 1980).
Bölgenin koşulları ve insanların yakın ilişkileri
kültürel alışverişleri mümkün kılmıştır. Yahudîler’in, Hristiyanlar’ın,
Müslümanlar’ın ve diğer inanç mensuplarının ortak bir biçimde Allah
ismini kullanmış olmalarının nedeni budur.
Tefsir: bir kavramın – Allah – bölgede
bütün inançlar arasında muteber olmasının sebebi her inancın kendi farklılıklarının
olmaması değil ve fakat bu her inancın kendi credo’larında Allah’a
yükledikleri mananın en doğru olduğuna iman etmiş olmalarıdır. Kitleler
için detaylı bilgiler ve derin tartışmalar bir şey ifade etmez, isimler
daha fazla öne çıkarlar ve merkez sembol olurlar yani credo’dan ziyade credo’yu
belirleyen merkezî varlık önemlidir. Bu söylediklerimiz felsefî tartışmaların
olamayacağına işaret etmez. Fakat bu tartışmalar büyük kalabalıklar arasında
değil dar ve küçük bir grup içinde yapılır ve akademinin içinde kalır, aşağıya
fazla yansımaz.
İslâm bu bölgede ortaya çıkmaya başladığında
pagan Arablar’ın, İslâm’ın Allah kavramını içselleştirmeleri
ona İslâm’ın yüklediği veya yükleyeceği manaların ilmî detaylarını akledip
hazmetmelerinden çok daha kolaydır zira bu kavramın – Allah –
zaten hâl-i hazırda zihinlerinde bir karşılığı vardır ve bu oturmuştur. İslâm
peygamberinin izlediği strateji doğrudur yani kavrama dokunmamış,
muhtevayı da elitle paylaşmayı tercih etmiştir. Eğer Allah yerine
başka bir kavrama yol verseydi bu savaş senelerce belki de 1000 sene
sürecek ve devrim amacından sapacaktı veya hiç gerçekleşmeyecekti ki, bu
durum diyalektiği ortadan kaldırma teşebbüsü nev’indendir. Bir peygamber böyle
galîz bir hatayı yapmayacaktı elbette ve yapmadı. İtiraz edilebilecek
ögelerin başında gelen Allah kavramının değiştirilmesi
fikri katastrofik olurdu. Allah kavramının muhafaza
edilmesi İslâm penceresinden şüreka; şerikler, şirk halinde
olanlar diye adlandırılan kalabalıkların da daha baştan teskin edilmesini
sağlamıştır.
Böylece çok ilahlı Arablar tedricen tek
ilahlı sisteme az sıkıntıyla geçebildiler. Manevra güçlüdür, İslâm devrimi
kurulmuştur ama henüz kurumlaşamamıştır. Kurumlaşabilmek için
kaçınılmaz olarak emperyal ve fetihçi tarzı benimsemek zorunda kalmıştır.
Lokalize kalsaydı Yahudîlik ve/veya Hristiyanlık tarafından boğulma ihtimali
güçlüydü, yayılması gerekiyordu. Pragmatist ve aklî olanı yapmış ve
yayılmıştır.
Arab paganizminde Allah
konsepti
(1) Allah dünyanın yaratıcısıdır.
(2) Yağmuru yağdırandır, yeryüzünde yaşayan
varlıkların hayatlarını verendir.
(3) En ciddî yeminlerin ve sözlerin başıdır.
(4) Bu iman ânlık veya geçici olarak da olsa
içinde bir monotheizm barındırır. Qur’ânî metinlerle örtüşen yanlar
çoktur.
(5) Nihayet Allah Qâ’be’nin efendisidir
(Toshihiko Izutsu, Chapter 4: Allah, p96-119, 1980).
Baş-ilah olan Allah’ın dışında İslâm’ın
kitabı Qur’ân’da adı geçen Mekke varlıkları ilahelerdir yani dişildirler: Al-Lat, Al-Uzza ve Al-Manat. Mekke’de
bunlar Allah’ın kızları olarak
övülürler ve onlara tapınılırdı. Al-Lat, Allah’ın dişil
formuydu. Bu nedenle Al-Lat baş-ilahe pozisyonundadır (Alfred
Guillaume, 1956, p 6-7).
Dünyanın ve Cennetin Yaratıcısı, Yağmur yağdırıcı. Bu
ikisinden başka bir tanım görmüyoruz. Mesela bu tanımın içinde neden cehennem
görünmemektedir? İhtimal güçlüdür ki, cehennemin sorumluları başka ilahlar veya
kötü ruhlar ya da cinlerdir. Yağmur Yağdırıcı olmasını ise bölgenin ihtiyaç ve şartlarına
bağlamak mümkündür. O nedenledir ki, baş-ilah olan Allah’ın birçok yardımcısı
farklı vazifeler üstlenmişlerdir, her birine ayrı ayrı tapınılır. İslâm’da bu
ilah ve ilaheler ortadan kalktı mı?
Bakacağız; mesela Gılman kelimesi. Arapça ġilmān غلمان "oğlanlar" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük
Arapça ġlm kökünden gelen ġulām غلام sözcüğünün çoğuludur. Ğulam
kelimesi de oğlan çocuk, uşak, hızmetkâr anlamlarındadır. Bunlar cennette kadınlara
hızmet edeceği düşünülen varlıklardır. Qur’ân’da cennette bulunan
genç erkekleri anlatır.
Hûr(î) ise
Qur’ân’a göre cennette var olan çok güzel varlıklar (ihtimal ki kadınlar).
Avesta kitabındaki güzel kadın anlamıyla Arabî’ye geçmiş olabileceği gibi, İbranî-Aramî
kökenli hawar kelimesiyle de ilişkili
olma ihtimali vardır. Tûr
sûresinde: "Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın
karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için”
denir. Biz, onlara, iri güzel gözlü hurîleri eş olarak vermişizdir der. Maalesef Batı dillerinde bu kelime olumsuz bir anlamla varlık
belirtmiştir. İngilizce’de whore (Hûrî kelimesinden gelmedir) fahişe anlamındadır.
Almanca’da Hure, İsveççe’de Hora, Dutch lisanında Hoer hep böyle. Kelimenin (en eski kökeni) Hind-Avrupa ortak kökü Kha-olup sevmek anlamındadır. Arabî her ne kadar farklı bir dil ailesine mensup olsa da dil aileleri arasında geçişler sayısızdır ve bunlardan biri olarak hûrî – whore geçişini sayabiliriz.
İblis’e bakarsak ; Arabî iblīs إبليس
kelimesi Eski Yunanca diábolos διάβολος
"iftiracı, şeytan" sözcüğünden alıntıdır. Bu
sözcük Eski Yunanca diabállō διαβάλλω "iftira
etmek, yanıltmak" fiilinden türetilmiştir. Yunanca fiil Eski Yunanca bállō, bol- βάλλω
veya βολ- "atmak" fiilinden Δια (Dia): arasından,
aracılığıyla, içinden, baştan başa anlamları veren önek. Baştan aşağı iftira
eden anlamındadır.
Wadd,
pagan Arablar’da aşk ve sevginin ilahesiydi, Allah’ın Vedud ismine
dikkat çekiyoruz. Dhu’l-Halasa beyaz bir taş ile
sembolize edilen bir ilahtı. Al-Qaum gece ve savaş ilahı aynı zamanda kervanların koruyucusu olan ilahtı.
Maridler cinler arasında en güçlüleri olarak tasvir edilmişlerdir ve aynı zamanda en mağrurlarıdır da. İslâm’da da yerlerini almışlardır.
İfritler cehennem cinleri olup dev kanatlı bir mahlûk olarak tasvir edilirler. Yeraltında ve harabelerde yaşarlar.
Pagan Arablar döneminde yolları onların kontrol ettiklerine inanılırdı. Klasik silahlarla öldürülemezlerdi. Ancak büyü ve sihir yoluyla yok edilebilir veya köleleştirilebilirler.
İslâm’a olduğu gibi girmiştir.
Mawat Kenan pantheonunda ölüm ilahıdır ve Esma’ül Hüsna arasında Allah’ın Mümît yani
can alan, öldüren anlamındaki ismini görüyoruz.
Bu ve benzeri birçok kavram da pagan Arablar’ın ve diğer
inanç çevrelerinin varlıklarından geldiler. Tabiî ki her şey çok kolay
olmadı. Pagan Arablar Allah’a tapmaya devam ettiler etmesine ama
yeni dînin kurallarına uyarken momentary giriş çıkışlar da yaşadılar
hem de çok sayıda, alışkanlıklarını uzun süre devam ettirdiler ve bu alışkanlıkların
hâl-i hazırda devam edenlerine ‘gelenek, örf, âdet’ gibi isimler veriyoruz ve
bunlar hep dînin içindeymiş gibi sürüp gidiyorlar, gelenekler dînleşmiştir artık
ve çaresi belki yeni bir devrim olabilir.
Tevbe sûresinin 5. Ayeti çok nettir: Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir. Burada sözü edilen ‘müşrikler’ yani Allah’a ortak koşanlar aynı zamanda Allah’a inananlardır da. İşte momentary veya temporary monotheistlik bu oluyor. Zaman zaman tek ilahlılık da diyebiliriz. Bu insanlar – müşrik – alışkanlıklarını vakit vakit devam ettiriyorlar ve başka ilah ve ilaheleri de hatırlayarak ‘şirk koşuyorlar’. Agresif çözüm, zaman içinde Tevbe-5’te emredildiği biçimde uygulanmıştır. Alternatif çözüm(ler) ise bu ânlık değişim ihtiyaçlarını gelenek, örf ve âdet potalarında eriterek bunları kimilerinin deyimiyle gizli şirk’e - şirk-i hafî, doğru itelemek ve görünmez kılarak idare etmek, kimi zaman da insanların gözlerinde şirki modernize ederek hoş göstermek biçiminde olmuştur. Burada, şirke karşı bir türlü – ister silahlı isterse de sempatik kanaldan – bir çözüm oluşturulamadığını görüyoruz. Çok zordur, binlerce yıldır devam eden bir inançlar manzumesini tek bir inanç çatısı altında toplamak işlerin en zorudur, hâliyle bugün de bu iş devam etmektedir. Muhafazakâr adı verilen insan, geleneğe sarılmak suretiyle şirki örtmek, saklamak ama mutlaka muhafaza etmek zorundadır. şirki yok etmek demek binyıllardır devam eden pagan ve çok tanrılılık inancını ve pratiğini bitirmek anlamına gelecektir ki, dünyada şu ân için böyle bir monopoli kırıcı kudret yok.
Qâ’be’nin baş-ilahı Allah ile Hristiyan
Arablar da ilgilenmiş ve ilişkilenmiş ve ünlü Hirah’lı Hristiyan şair 'Adî
bin Zayd, İyşâ-Mesîh ile paganların baş-ilahı Allah arasında
ayniyet kurmuştur (ibnullah).
Buradan da İslâm’ın tevhid kelimesi gelecektir: Lâ ilâhe illâ Allah, ilahlar yoktur sadece Allah. Bu cümleden, İslâm peygamberinin Arablar’ın ilahını imha etmek değil, onu muhafaza ederek tekleştirmek ve diğerlerini tasfiye etmek anlamı çıkması normaldir. İllâ Allah yani sadece Allah dediğiniz zaman diğer ilah ve ilaheleri bitiriyorsunuzdur. Sadece biri yani ahad olan, bölünmez ve yegâne olan Allah kalıyor. Bunun acısı zamanla ve zaman zaman çıkacaktı ve çıkmıştır da. Yara yerlerinin hâlâ aktif olduğundan hareketler insanlık birbirinin kanını sürekli dökmeye devam ettiğini ve edeceğini görüyoruz. Aslında herkes yani Allahçılar hepsi birden aynı adlı Tek’e inanıyorlar fakat diğer ilahlar ve ilahelere – para, hırs, mal/mülkiyet, savaş vs- - olan muhtelif bağlılıklar nedeniyle şirk çok güçlü bir biçimde ve Allah inancının etkisine rağmen ve en az onun etkisi kadar varlık belirtmeye devam ediyor. O nedenle çok tanrılılık, İslâm devrimine rağmen dimdik ayakta kaldı. O hâlde yeni devrimler bir yerlerde bekliyor olmalı.
En’âm Sûresi 148. Ayette; Şirke batanlar şöyle diyecekler: "Allah dileseydi, ne biz
şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık." Onlardan
öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki:
"Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir
şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz, deniliyor. şirk en korkulan, en rahatsız edici, en
kabul edilmez, en zor, sıkıntı verici ve şiddetle cezalandırılması gereken bir
duruma denk geliyor. Sorun burada çetrefilleşiyor. Ayette de soruyorlar farklı
düşünenler: Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız ve ayetlere girmeyen ama İslâm peygamberine sıklıkla
sorulan bir soru daha olduğunu düşünmemek çok zordur: Senin babanın ismi
de Abdullah yani Allah’a kul olan biri iken mesele
nedir? Status quo ante yani bir evvelki hâl içre olanlar
zorlanıyorlar ve cevap şiddettir, ...azabımızı tadıncaya kadar...
Mülkiyet ve paylaşmazlık (mı) var sualleri hiç bitmez. Sorarsan İblis’le
aynı konuma düşme ihtimalin yüksek, sormaz isen şiddetten
kurtulursun.
Kimsenin Allah’ın Mekke’deki veya Arab coğrafyasındaki
bölgesel bir ilahtan, kainatı yaratan bir Allah olarak varlık
belirtmesine karşı duracağını zannetmiyorum. Çok da ileri bir pozisyondur. Hâl
böyle iken, şirki yasaklıyorum deyip de âlâsını sergileyen adamların, sen
müşriğın en önde gidenisin denildiğinde bak sana azabı tattırırım şimdi uslûbuyla
yönelmesi neyin nesi oluyor?
Kırmızı akikten inşa edilmiş bir heykelle temsil
olunan Hubal da birden kayıplara karıştı. Bunun izahı nasıl
olabilir zira Hubal de çok prestijli
ve tüm Mekkeliler’den saygı gören bir ilahtı. Cevabı şu olmalıdır: pagan
Arablar, ânlık monotheizmlerini İslâm’dan evvel Hristiyan ve Yahudî ilişkilerinden
etkilenerek geliştirmişlerdi. Bizans, Habeşistan, Fars kökenli vassal devlet
Al-Hirah, Doğu Suriye hep çok yoğun bir biçimde Hristiyan veya Yahudî’ydi ve
pagan Arablarla daimî ilişki içindelerdi. Hu-Baal yani Efendi-ilah veya
ilahların efendisi olarak anlamlandırabileceğimiz bu ilah aslında Mesopotamia
kökenli olup Hristiyanlar’ın önem verdiği bir ilahtır. Niçin? Çünkü Hu-Bal,
baş-ilahe Al-Lat’ın oğludur. Burada Baba – oğul – Mukaddes Ruh tipi
Hristiyan teslisini görüyoruz: Allah-Al-Lat ve Hu-Baal.
Yani Allah’ın oğlu Hu-Baal. Hristiyanlar Hu-Baal’i çok
önemsiyorlardı ve bu sağ kolu altından inşa edilmiş olan oklu ilahı İyşâ-Mesîh ile
özdeşleştiriyorlardı. Hu-Baal’in tasfiyesi Hristiyanlığın da
bölgeden tasfiyesini temsil etmektedir ve pagan Arablar bundan çok da memnun
kalmadılar ama Allah bütün ilahların üzerindeydi, kabul
ettiler.
HUTA-HÜDA-GOD
Ortadoğunun önemli bir bölümünde, Kuzey Afrika’da ve Balkan
sahasında (Türkler arasında) Allah diye söylenen yüce
varlığın ismi başka coğrafyalarda nasıl söylenir? Ingilizce God kelimesinin
Eski Ingilizce’deki aslı yine God’dır. Bu kelime Gothik
lisanda Gus veya Gudis ya da Gutis’tir.
Almanca Gott, proto-Germanic lisanda gudtân’dır.
Bu proto-germanic gudtân veya gudan’ın etimolojisi net değildir. Çok kuvvetli ihtimalle Proto-Indo-European yani Erken Hind-Avrupa dil ailesindeki ghu-t-om’dan
geliyor ki bu participe passé passif formudur ya da vermek, dökmek anlamındaki kök
kelime *ǵʰeu̯- olması gerekir. Bir başka ihtimal Sanskritçe’de çağırmak
(to call), davet etmek ya da yakarmak anlamındaki *ǵʰau̯- (*ǵʰeu̯h2)’dur. Sanskritçe hutá = kurban edilmiş olan anlamındadır.
Bu da hu = kurban etmek anlamına gelen fiil kökünden gelir, kendisine kurban edilen anlamına da gelir.
Eski Yunanca’da χυτη γαια –
(Hiti Yia/Gea - akan yeryüzü)
anlamında olup tumulus’e – höyük, işaret eder. İhtimadir ki, Almanca’da bu kelime – Gudtân – Höyük-mezar’da yaşayan ruh anlamındadır. Ya da dua ve yakarış anlamlarındadır aynı Sanskritçe brahman kelimesinin kendisine yakarılan anlamında olması gibi.
Bu kelimenin – Gudtân - en eski
kullanımlarına Gothik Mukaddes Kitap’ta veya Wulfila Kitabı’nda rastlamak
mümkündür.
Bu Hristiyan Mukaddes kitabı Piskopos Ulfilas tarafından çevrildiği için Wulfila Kitabı denir. Gothik lisanı Doğu Germanik veya Gothik aşiretler tarafından kullanılan bir lisandı.
Bu kitap MS 4. Asra tarihlenmektedir. MS
4. Asırda Goth halkı Hristiyan olmuşlardı.
Bu kitap sayesindedir. Kitabın tercümesi bugünkü Bulgaristan toprakları içinde yapılmıştır. Ilah anlamıyla Guss ve Guda da bu kitapta kullanılmıştır.
Başka etimolojiler de
var. Araştırmacı Kavenaugh, The Origin of Language and
Myths isimli kitabında God kelimesinin Buddha’nın soy ismi olan Gotama’dan alındığını iddia eder. John
Campbell,
İngilizce God, Almanca Gott, Farsça Hûda ve Hindî Huda kelimelerinin kökenleriyle
Keltçe Aeddon veya Guydion, Almanca Odin, Woden veya Goudtan ve Hindî Buddha veya Gotama kelimelerinin hepsinin aynı kökten geldışını savunmaktadır. Henry
Le Mesurier Mercurius isimli eserinde Goudan ile Gotama ve Buddha arasında ilişki
kurar. Jacob Grimm, Gwydion kelimesi ile Wotan ve oradan da Gott kelimelerinin arasında bağ
kurar.
3 Germanik topluluk; Geatlar, Gothlar ve Gutarlar isimleri itibarıyla dikkat çekici olup hepsi de aşiretlerine Allah’ın ismini vermişlerdir ve bu onlar açısından bir gurur vesilesidir.
Sanki her biri Allah’ın seçtiğI bir kawm-i necîb gibi kabul eder kendisini. Her
3 isim de çok kuvvetli bir ihtimalle Gaut kelimesinden türedi. Sagalarda (kuzey destanları) bu isim ilah yerine veya Odin’in eşanlamlısı olarak kullanılmıştır. Geatlar’ın en eski kralının ismi de Gaut’tur.Gothlar’ın kralı Gothus olup aynı zamanda tanrı-kral pozisyonundadır. Lombardlar’ın tanrı-kralı da
Godan’dır. Germanik paganizmin ilahı Gudanaz’dır (Wodanaz) ve Skandinav mitholojilerine Odin biçiminde geçmiştir.Aynı kelime Ingiliz mitholojisinde Wodan veya Wotan olarak karşımıza çıkmaktadır. Eski Yukarı Almanca’da ise Godan olarak söylenir ki, God ve Gott formları olarak kısatılmışlardır. Arnavutça zot diyoruz.
Avrupa’nın güney ve güneydoğu coğrafyaları ise farklı bir kavram üzerinden yürüdüler; Yunanca θεός (Theôs), İngilizce God ve Almanca Gott kelimelerinin muadilidir.
Bu kelime Latinî’ye Deus olarak geçmiş olup Yunanca θέω (theō) kelimesi hızla yürümek, koşmak, akıp gitmek anlamlarındadır. θεωρέω (theoreō), ise bakmak, göz atmak, görmek, gözlemek, gözlemlemek anlamlarına gelir (theatro – tiyatro
kelimesinin aynı kelimeden geldiğini belirtelim). Fransızca Dieu, Ispanyolca Dios, Italyanca Dio, Rumence Zeu’dur. De
Saussure,*dhu̯es- duman, ruh kelimesiyle Dieu kelimesi arasında bağ kurar ancak bu
çok zayıf bir ihtimaldir.
~ Farsî Hudâ;
Hı-Dal-Elif. Tanrı, hükümdar, sahip. Eski Farsî χʷadāy/χʷatāy (Hwadây veya Hwatay).
Tarihçe (En eski kaynak)
χudâ [ ed. Borovkov, Orta Asya'da Bulunmuş Qur’ân Tefsiri (1300 yılından
önce) ]
Kelime Kökeni
Farsça χudâ "tanrı, hükümdar, sahip"
sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Orta Farsça (Pehlevice
veya Partça) aynı anlama gelen χʷadāy veya χʷatāy sözcüğünden evrilmiştir.
Ek Açıklamalar
Avesta (Zend) dilinde hvadâta (tanrı), Soğdca χwatâw, Eski
Harezmce
χwadēw (hükümdar), Khazakça Kudai,
Özbekçe xudo (Hudo), Tacik lisanında Xudo (Hudo),
Urduca Huda, Kürdî Xweda (Hodey,
Hoda). Ancak Avesta dilinde biçim ile Soğdca ve Harezmce biçimin etimolojileri
hakkında kaynaklar çelişkilidir. Nihaî anlam muhtemelen “kendi-kudretli”
(Yeni Yunanca aftokratoras - autokratoraV).
Hırvatça, Sırpça, Rusça, Boşnak lisanında, Slovakça, çekçe, Ukraina ise
Bog, Bug veya Buh olarak söylüyorlar Allah’ın ismini.
Elimizde God, Gott, Goudan var ve bunlar Batı ve Kuzey Avrupa’yı anlatıyor. Dieu, Theos, Dio var bunlar
güney ve güneydoğu Avrupalı, yalnız Türkçe’de de kullanılan dev kelimesinin de Dieu ile bağı olduğunu hatırlatalım. Huda, Hudo, Xweda,
Hodey ise Mesopotamia, Ön ve Orta Asya’da yerleşmiş vaziyette. Ortadoğu ve
Afrika’nın bir bölümü, Anadolu Allah diyor.
Nasıl izah edelim? En uygunu bütün mukaddes kitaplarda kendisinden
bahsedilen Akkadça Bab-ilu yani Allah’a giden
kapı yani Babil kulesi – Migdal Bavel. Efsaneye
göre Allah, bu yüksek kuleler aracılığıyla kendisine
ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı
dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini
anlamalarını engeller. Kuleyi yıkanların Persler olduğunu biliyoruz.
BÖLÜM-V
MEKKE – KÂ’BA - QIBLE
2000-2500
yıllık bir şehir olan Mekke’yi sadece Islâm tarihine ilişkin bölümüyle
hatırladığımızı belirtmem lazım.
Ptoleme (Batlamyus) Kâ’ba hakkında neler yazdı?
18. asır yazarı Edward Gibbon, Ptoleme’nin
yüksek kudsiyete sahip ünlü bir mabede bütün Arablar’ın hürmet gösterdiğini
- a famous temple, whose superior sanctity was revered by all the
Arabians... yazıyor. Mekke’deki Q’a’ba’dan başka bir yerden bahsetmiyoruz.
Mekke’de sadece Kâ’ba yoktu ve fakat belki en ünlüsü ve
mühîmi Kâ’ba idi ve bu nedenle Islâm onu korudu ve kendi mukaddes
sahası olarak devam ettirdi diğer mabedlerin büyük bir çoğunluğu Müslüman
Arablar tarafından yıkıldı. Anlayışta değişiklik yok, birini kutsa
diğerlerini yok et.
Qurayş Sûresine bakalım: Li'ilafi Kureyş'in.
İlafihim rıhleteş'şitai ves'sayf.Fel'ya'büdü Rabbehazel Beyt. Elleziy et'amehüm mincüiv veamennehüm min havf.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Qurayş, alıştırıldığından dolayı. Onların yaz ve kış yolculuğuna alıştırıldığından dolayı. Hiç olmazsa onun için,
bu evin - Kâ’ba'nın – Rabbi’ne kulluk etsinler. Ki onları, açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin
kıldı.
Anlaşılıyor ki, Qurayş Hacc yapmaya devam ediyordu. Yaz ve kış senede iki kere haacediyorlardı. Hiç olmazsa! Kâ’ba’nın rabbına kulluk etsinler. Oysa zaten
ediyorlardı ve İslâm’la birlikte bu devam ediyor. İslâm’da da gelenek aynen muhafaza ediliyor, stratejik Kâ’ba, stratejik kulluk. Dîn devamlıdır o hâlde devlet de devamlı olmalıdır. Prensip budur. Qurayş’a izin verilmiştir.
Kâ’ba sadece Mekke’de bulunmuyordu, aynı Antik
Yunan’da olduğu gibi her yerleşim biriminin bir Qâ’be’si yani Akropolis’i
vardı. Mekke’deki Qâ’be ile Athina’daki merkez Akropolis arasında işlevsel
manada bir paralellik vardır. İkisi de merkezî ve en büyüklerdir. Mesela
Taif’teki Kâ’ba güneşe adanmıştı yani bir güneş mabediydi.
Bir başka mabed kuzeyde bir diğeri Aqaba körfezi alanında bulunan Ilat mabedi
idi. Bu sonuncusu Batmizomaneis isimli aşiretin topraklarında
bulunuyordu. M.ö. 2. Asırda yaşamış olan Yunan coğrafğya ve dil âlimi
kral Ptoleme VI Philometor’un sekreteri Knidos’lu (Datçalı) Agatharhos (Ἀγάθαρχος) Asya Tarihleri
isimli eserinde bu mabedin bütün Arablar
tarafından büyük hürmete mazhar olduğunu belirtmektedir. Islâm peygamberinin
de mensubu olduğu Qurayş aşiretinin bir başka özelliği de Dedan
yakınlarındaki mabede yaptıkları ziyaretlerdir. Dedan bilindiği
üzere qıble’dir (qibla).Qıble
geleneğinin paganlara mahsus olduğu ve İslâm’da bu geleneğin devam ettiği görülüyor. Arabî
bir kelime olan qıble (qibla)
istikamet, güney istikkameti anlamlarındadır. Qıble’nin yönü
aynı zamanda Yeruşalaim’e (Qudüs) yani Süleyman mabedine dönüktü. Al-Qiblateyn camii
yani İki Qıble camii 623’te Medine yakınlarında inşa edilmişti iki mihrablı yani
iki qıbleli bir camiydi. Mihrablardan biri Mekke diğeri ise Yeruşalaim (Qudüs)
istikametine dönüktü. En eski camilerden üçünün daha Wasit, Baghdad ve Kahire camilerinin
yönleri Süleyman tapınağına dönüktü. Mekke Qible’sinin yerine
ise Mada'in Saleh yani Al-Hicr esas
alınıyordu.Gelenek devam etmiştir.
Mada'in Saleh UNESCO tarih mirası dâhilindedir.
Bu şehir adını Salih peygamberden alır ve onun kavminin ismi de Semud’dur
(Thamud) Qur’ân’da geçer. Jabal Ithlib (Ithlib Dağı) olarak bilinen ve mukaddes sayılan bir alan bu Mada’in Saleh’in kuzeydoğusunda yer alır.
Bu alan Nabatî ilahı Duşara ismine kutsanmıştır. Duşara’nın annesi ise Manat’tır. Necm Sûresi 19-20. Ayet: E fe reeytumul lâte vel uzzâ. Ve
menâtes sâlisetel uhrâ.
Lat, Uzza ve bundan başka
üçüncüleri olan Menat'ı gördünüz mü?
Yön Duşara’ya çevrili…
Joseph Smith,
Wasit ve Kufa camileri için, The fact that the two Umayyad mosques of
Iraq are both orientated too far north by about
30 degrees (in fact 30 and 33)
suggests that Umayyads were aiming at precision diyor Crone demeye
getiriyor ki, mesele odur ki, Irak’taki her iki Emevî camiinin de
30 derece cıvarında – epeyce bir – kuzeye yönelmişlerdi (kuzey odaklıydılar) ki bu
da Emevîler’in hassasiyeti amaçladıklarını göstermektedir. Yani; Emevîler bilerek ve isteyerek – kazara, yanlışlıkla, hesap hatasından kaynaklı olarak falan değil – bilinçli bir biçimde qıble’yi Yeruşalaim’e çevirmişlerdi yani Süleyman mabedine.
David King’e kulak verelim : The first
mosque to be built in Egypt was built facing winter sunrise,
and it was this direction which remained the most popular throughout the medieval period amongst the religious authorities. Likewise some of
the earliest mosques in
Iraq were built facing winter sunset. Only recently has it become known that
astronomical alignments were used forthe qibla, so that some modern historians
have mistakenly inferred from the
orientations of the early mosques in Egypt and
Iraq that they were not built to face the Kaaba
at all, but rather to face some other sacred site.
Mısır’daki ilk cami kiş gündoğumuna göre inşa edildi ve bu yön ortaçağ boyunca ulemâ tarafından tercih edilmiştir (popülerdir). Aynı şekilde Irak’ta inşa edilen bazı erken dönem camileri de kış günbatımı yönünde inşa edildiler. Sadece son zamanlarda astronomik hatlar esas alınmaya başlandı ve bu camilerin qıblelerinin Kâ’ba’ya dönük olmadığı ve fakat başka bir mukaddes yerleşime dönük olduğu tesbit edildi.
Bu – başka mukaddes yerleşim / some other sacred site – Yeruşalaim yani Qudüs’te bulunan Süleyman mabedidir.
Bahaî inancında da Qıble (Qiblih) konsepti vardır. Bahaîler zarurî ibadetlerini (salât
– namaz) gerçekleştirirken yönlerini bugünkü Israel topraklarının kuzeyinde bulunan Saint-Jean
d’Acre
yakınlarındaki Bahji’ye çevirirler. Burası Baha’ullah’ın defnedildiği yerdir. Bahaîler’in mukaddes kitabı olan Kitab-ı Akdes’e
(En Mukaddes Kitap) göre Qıble, Allah’ın kendini zahire çıkardığı yer olup insanların oraya yönelmesi gerekir, orası Qible’dir.
Urfalı Yakub (Jacob
of Edessa) şunları belirtir:
Mısır’da yaşayan Yahudîler, aynı biçimde orada yaşayan muhacirlerin, atalarının yerlerine Yeruşalaim (Qudüs) ve Kâ’ba gibi, dönerek ibadet ettiklerini gözlerimle
gördüm.
The Jews who live
in Egypt, as likewise Mahgraye there, as I saw with my own eyes pray towards Jerusalem or Kʿabah, the patriarchial places of their races.
Pagan Arablar Ramazan’da 1 ay boyunca oruç tutuyorlardı, günde 5 kere salât (namaz) icra ediyorlardı - Quraish pagan's black stone idol in Mecca five times a day ve hacc yapıyorlardı. Abdest de alıyorlardı; Burunlarına su çekiyorlar, ellerini dirseklerine kadar yıkıyorlardı (Is Allah the Same God as The God of Bible?, M. J. Afshari, p 6, 8-9, İslam, Beliefs And Observances, Caesar E. Farah). Bu gelenekler ve daha binlercesi olduğu gibi Islâm’a geçtiler ve devam ediyorlar. Insanlar monotheizm içinde polytheism’in bütün pratiklerini yaşıyorlar. Hezeyanın belirgin olduğu alanlardan biridir.
Pagan Arablar Ramazan’da 1 ay boyunca oruç tutuyorlardı, günde 5 kere salât (namaz) icra ediyorlardı - Quraish pagan's black stone idol in Mecca five times a day ve hacc yapıyorlardı. Abdest de alıyorlardı; Burunlarına su çekiyorlar, ellerini dirseklerine kadar yıkıyorlardı (Is Allah the Same God as The God of Bible?, M. J. Afshari, p 6, 8-9, İslam, Beliefs And Observances, Caesar E. Farah). Bu gelenekler ve daha binlercesi olduğu gibi Islâm’a geçtiler ve devam ediyorlar. Insanlar monotheizm içinde polytheism’in bütün pratiklerini yaşıyorlar. Hezeyanın belirgin olduğu alanlardan biridir.
Macoraba - Mekke
Ptoleme, Mekke’ye denk
düşen şehri Macoraba diye adlandırır. Araştırmacı Crone Maqarib yerleşiminin Yathrib (Yesrib) yakınlarında
bulunduğunu bulunduğunu söylemektedir. Maqarib 1179-1229
yılları arasında yaşayan Arab coğrafya bilgini Yaqut al-Hamawî tarafından Mucam
al-Buldan isimli eserinde dile getirilmiştir.
İslâm
uleması tarafından sıklıkla yinelenen Kâ’ba’yi Hz. İbrahim’in kurduğu
tezi bugün çok sıkıntılı duruyor. İbn İshak, İbrahim, Hacer ve
oğulları İşma-el’in yaptığı kabul edilen Beerşeva-Mekke
yolculuğunun çok uzun olduğunu ve İbrahim’in İslâm geleneğinden
olmasının mümkün olamayacağını söylüyor, her ne kadar Tarih al-Tabarî’de
Onların Allah’ın sevgili kulları olarak Buraq’ı kullandıkları iddia
edilse dahi karmaşık bir süreç olduğunu kabul etmek gerekiyor.
George Potter; Their
Solomon-like temples appear to have been used for sacrificing she-camels, black
camels and other livestock to the God diyor yani Süleyman
mabedine benzer mabedleri dişi develeri, siyah develeri ve Allah’a adananan
diğer çiftlik hayvanlarını kurban etmek için kullanılıyor gibi
duruyor.
Demek ki sadece qıble’nin yönü itibarıyla
değil mimarileri itibarıyla da ilk camiler Süleyman mabedine benziyorlar ve
oralarda hayvanların kurban edildiği sunaklar var.
Yorumlar
Yorum Gönder